SİSSOYLU ÇAĞLARIN KAHRAMANI (MISTBORN, #3) BRANDON SANDERSON || TADIMLIK BÖLÜM BRANDON SANDERSON 28'İ

3/14/2016 , BY Mosepati -



******

MARSH KENDİNİ ÖLDÜRMEYE ÇALIŞIYORDU.


Sırtındaki kazığı çıkartıp bu berbat yaşamını sonlandırmak üzere gücünü toplamaya çalışırken eli titredi. Kurtulmaya çalışmaktan vazgeçmişti. Üç yıl. Kendi düşüncelerinin esiri olduğu, Sorgucu olduğu üç yıl. Bu yıllar ona kaçışı olmadığını göstermişti. Şimdi bile zihni bulanıktı.

Ardından hakimiyeti O ele geçirdi. Önce, tüm dünyası sarsılıyor gibiydi, ardından her şeyi tüm açıklığıyla görebiliyordu. Neden çabalamıştı ki? Niçin endişelenmişti? her şey olması gerektiği gibiydi.

İlerledi. Sıradan insanlar gibi göremiyor olmasına karşın- ne de olsa gözlerine iki çelik kazık delip geçirilmişti- çevresini saran odayı algılayabiliyordu. Kazıklar ensesinden çıkıntı yapıyordu, uzanıp dokunduğunda kazıkların sivri uçlarını hissedebiliyordu. Kan yoktu.


Kazıklar ona güç veriyordu. Her şey dünyayı aydınlatan ince mavi Allomantik çizgilerle belirgin bir haldeydi. Oda orta büyüklükteydi ve yanında - kanlarındaki metali işaret eden Allomantik mavi çizgilerin gösterdiği- birkaç eşlikçi vardı. Her birinin göz çukurlarına kazıklar çakılıydı.

Tek istisna; önündeki masaya bağlı bir halde duran adamdı. Marsh, arkasındaki masadan bir kazık alıp gülümsedi, ardından avucundaki kazığın ağırlığını tarttı. Tutsağının ağzı bağlı değildi. Bu çığlıkları önlerdi.

Tutsak korkudan inleyerek "lütfen," diye fısıldadı. Terrisli bir vekilharç bile kendi vahşi ölümüyle yüzleştiğinde yıkılırdı. Adam cılızca karşı koydu. Çok garip bir şekilde masaya bağlı olmasının nedeni altında bir başkasının oluşuydu. Masa bu biçimde, altta bir bedenin yer almasına olanak tanıyacak oyuklarla tasarlanmıştı.

"Ne istiyorsun?" diye sordu Terrisli. " Sana Sinod hakkında daha fazla bir şey söyleyemem!"

Marsh parmağını pirinç kazığın sivri ucunda gezdirdi. Yapılacaklar vardı, ama adamın sesindeki dehşet ve acı hoşuna gidince duraksadı. Duraksadı ki...

Marsh kendi zihnin hakimiyetini ele geçirdi. Odadaki kokular hoşluklarını yitirdi.ve yerlerini kan ve ölümün pis kokusuna bıraktı. Keyfi kokuya dönüştü. Tutsağı bir Terrisli Sırdaşıydı- ömrünün tümünü başkalarının iyiliğine harcamış biri - bu adamı öldürmek,  suçtan öte bir trajedi olurdu. Marsh hakimiyetin, sağlamaya, kolunu kaldırıp ensesindeki mil kazığını kavramaya çalıştı; bunun çıkarılması sonu olurdu.

Yine de, O  fazlasıyla güçlüydü. Güç. Bir şekilde Marsh'a hükmediyordu. Üstelik O'nun Marsh'ın ve diğer Sorgucuların kendisine hükmetmesine ihtiyacı vardı.  O özgürdü, - Marsh, O'nun bu özelliğiyle hala övündüğünü sezebiliyordu.- ama bir şey onun dünyayı bir başına etkilemesini önlüyordu. Bir karşıtlık. Diyarı kalkan gibi kaplayan bir güç.

O henüz bütün değildi. Daha fazlasına ihtiyaç duyuyordu. Saklı bir şeye. Marsh'da o şeyi bulup efendisine getirecekti. Vin'in azat ettiği efendi. Miraç Kuyusunda tutsak edilmiş öz.

Kendisine Harap diyordu.

Tutsağı ağlamaya başladığında Marsh gülümsedi, ardından elindeki kazığı kaldırarak ilerledi. Elindekini hıçkırıklar içindeki adamın göğsüne dayadı. Kazık adamın bedenini delmeli, kalbinden geçmeli ve sonra altında bağlı olan Sorgucu'nun bedenine girmeliydi. Hemalurji pis bir işti.

İşi keyifli kılan da buydu. Marsh bir tokmak alıp çakmaya koyuldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder